22 Aralık 2009 Salı


Düt düt - Aaba = Araba
Baba = Baba
Buuda = Burda
Buldii = Buldu
Gökee = Gökay
Po ya da Boo = Top
Giyad = Gidayda ( Kitabının ismi)
Adi = Hadi
Duu = Dur
Aaanne = Anne

Oğluşun şimdilik hatırladığım kadarıyla ağzından dökülen kelimeler bunlar bazen başka şeyler de söylüyor gibi oluyor ama canı isterse ha bi de kendine has bir dili var sadece kendinin söyleyip kendinin anladığı!
Fakat Anneee diyişi beni en çok bitiren, ne güzel bir duyguymuş bu kelimeyi senin için birinin söylemesi hele bir de ardından kocaman sarılıyorsa...
Sabahları bırakıp çıkmak en çok koyan, sabah 4:30-5:00 sularında başlıyor uyanıp uyanıp ordamıyım diye beni kontrol etmesi. Buuda diyip tekrar uykuya dalışın ardından bi 15 dakka kadar sonra tekrar kontrol buuda (uykulu gözlerle)... Taa ki beni orda görmeyene dek sürüyor bu nöbetler sonra ağlaya ağlaya arkamdan kalkış, beraber evde koşturmacalı hazırlanış.....
Sonra arkamdan pencereye yapışmış iki el hafif ağlamaklı bi surat... Anneyi yolcu ediş.... Akşama kadar bekle beni oğluş mamalarını ye, oyuncaklarınla oyna, gelicem tamam mı? Hadi öpücük el sallama....
Sen büyüdüğünde de ben seni bekleyeceğim gülümseyerek uğurlayacağım, el sallayacağım o pencerede. Bu günlerimizi hatırlayacağım belki. Yeter ki bütün ayrılıklar böyle olsun....
İyi ki benim bebeğimsin, iyi ki senin annen olmuşum canım oğlum....

11 Aralık 2009 Cuma

Bugün cuma. Aslında bütün bir hafta ne çabuk geçiyor da şu cuma günleri ne kadar uzun sürüyor. Hava yağışlı sevmiyorum ben bu havaları ne yapayım, hayaller kuruyorum; bu sefer çok erken başladım farkındayım ama yaz gelse, heryer yemyeşil olsa çiçekler açsa dışarı çıktığımda yüzüme havanın sıcacıklığı vursa....
Yorgunum, hem de çok, halim yok, gücüm yok hiçbirşeye... Uyuşturulmuş gibiyim. Neyse geçecek...
Tam bir şeye sevinirken, daha coşkusunu hissetmeye yeni başlamışken, tam içten bir kahkaha atarken, bir haber duyuyor insan içini acıtan.
Hayat nanik yapıyor.
Dalga geçiyor.
Gülüyor.
Hain...
Hayat topllayarak da olsa devam ediyor, ve ben bu yazıdan da anladığım kadarıyla mutlu olmayı seçtiğim anlarda bile bir burukluk yaşıyorum, eğlenceli bir yazı yazamadım, üzgünüm.

26 Kasım 2009 Perşembe

Mim...

Hülyacığım beni mimlemişti baya geciktirdim ama sanki bu mim işlerinde saçmalıyormuşum gibi geliyor çünkü konu kendimle ilgili şeyleri ifade etmeye gelince ya yazacak bişey bulamıyorum ya da abartıp boş boş konuşuyormuşum gibi geliyor. Yine beceremeyeceğim ama artık idare et canım....



1.Dolabını açtığında hangi renkler daha fazla?

Her renkten herşey var aslında sık sık değişen bir ruh yapısına sahip olduğum için her ruh haline uygun şeyler mevcut... Ama renkli cıvıl cıvıl herkeste olmayan değişik orjinal kıyafetler özel ilgi alanımdır.

2.Alışverişe gittiğinde hangi mağazaya uğramazsan olmaz?

Bu aralar alışveriş merkezlerinde genellikle oğluş için dolaşıyoruz, kendimize pek bakındığımız olmuyor. Oğluş için; Mothercare, Lcw, Chicco, Joker, Panço genellikle sık uğradığımız yerler arasında başı çekenler
Kendim için ise mutlaka bakarım dediğim bi mağaza yok ama vitrinler genellikle dikkatimi çeker ve eğer vitrinde beğendiğim birşey varsa mutlaka içeri dalarım... Ama mağaza içinde çok vakit geçirmekten hoşlanmaz hemen şöyle bi göz ucuyla bakınır çıkarım ya da alır çıkarım

3.Kendini rahat hissettiğin giyim tarzı?


Eşofman altı, üzerine bir tshırt ve spor ayakkabı mümkünse çantamı da almayayım ohh ne rahat...


4.Kesinlikle seksi diyebileceğin şeyler?



5.Asla giymem dediğin kıyafetler?

Çarşaf


6.Fiyatları gereği ulaşılması zor yabancı markalardan en beğendiğin?

Lacoste


7.En fazla yatırım yaptığın sektör?

Oğlum için gerekli gereksiz dünyaları alasım var kendim için ise Tekstil, Aksesuar,Kozmetik ve daha niceleri...



8."Kitap, film, spor" hangisini diğerlerinden daha çok yapıyorsun?

Kitap hiç, Film fırsat bulup da oğluşu annanesine bırakırsak anca, spor ise oğluş ve ev işlerinden ibaret :D

9.Dışarıdayken yemek yemeği en çok tercih ettiğin yerler?

Konu yemek yeme olunca heryerde herşeyi yiyebilirim temiz ve lezzetli olması kafi ha bir de mama sandalyesi mutlaka olmalı



10.Bloğuna Neden Bu İsmi Verdin:?

Bloğuma gökkuşanınyeri ismini verirken oğluşum henüz dünyaya gelmemişti. Kendimle ilgili hayatla ilgili aklımdakileri aktarabileceğim ilerde geri dönüp bakabileceğim birşeyler olsun hatıra kalsın istemiştim. Bir de gökkuşağını çok severim ne zaman gökkuşağı görsem içimi bir mutluluk sarar.

11.Bloğuna Yazarken Star Tribiyle Olmazsa Olmazın Varmı?

Aslında trip değil benim ki şartlar ve koşullar yeterli olsun kendimi keyifli hissedeyim oğluş ayağıma dolanır vaziyette olmasın. Bu aralar çok üşengeçim ama gücüm yok hiçbirşeye


12.En Son Satın Aldığın Garip Şey Nedir:?

Oğluş a Noel Baba kıyafeti



13.Şeker Gibi Olduğum Anlar??

Oğluş hasta değil, keyfi yerinde, karnı tok,altı temiz ise ve tüm sevdiklerim sağlıklı mutlu ve hayatta ise, hava güzel ise sevdiğim dostlarım yanımda ise daha ne isterim!


14.Arkadaşım Artık Sormayın Dediğin Şeyler:

Aaaa Efe hala yanınızda mı uyuyor,Nasıl rahat ediyorsun? Hala emziriyormusun?......

15.Aynaya Baktığında Gördüğün Şey

Yorgun bir surat

16.Kendini Okutan Bloglar:

İçten ve samimi olan her blogu okuyabilirim hem de büyük bir keyifle

17.Bu Blog Sahibesiyle Karşılaşabileceğin Yerler

Walla her an heryerden çıkabilirim dünya küçük, Ben bir küçük cezveyim, warsa vaktim köşe bucak gezerim....

18 Kasım 2009 Çarşamba

Son zamanlarda dilime dolananlardan...




Aşkın bir tarifi olmasa seni nasıl anlatırdım
Mütemadiyen anarmıydım adını

Bilirsin hassasımdır konu sen olunca

Gözlerindeki bereketli toprakta açmak gibisi varmı

Sen hayatımdasın ya bundan böyle benim içim acı tutarmı

Varlığın öyle bi sevinçki burnumda çilekli sakızımın kokusu

Dertlerimi sayfa sayfa savurdum mümkünse gelmesin yenisi

Zaman ne demek adını sende unuttum biliyorsa söylesin birisi

Gel saklanalım hiç bir ayrılık bulmasın bizi

12 Kasım 2009 Perşembe

THE PLAY BARN

Geçen Cumartesi Oğluşla tesadüf eseri gittiğimiz Minasera Alışveriş merkezindeki çocuklar için güzel vakit geçirebilecekleri ve birsürü oyuncağın olduğu bi yere girdik. Aman iyiki de gitmişiz Oğluş baya bi eğlendi, çok mutlu oldu. Oyun Merkezi çıkışı aynı alışveriş merkezinde Souprıce diye bi yerde de baya acıkmış olacak ki güzel bir çorba içip, bir kase de yoğurt yedi. Demek ki oğluşun sorunsuz yemek yiyebilmesi için baya bi yorulup, deşarj olması gerekiyormuş. O gün keşke fotoğraf makinamızı da yanımıza alsaymışız malesef fotoğrafları cep telefonumdan çekmek zorunda kaldım. İşte o fotolardan bazıları...



















Bu arada siz alışverişinizi yaparken gözünüz arkada kalmadan çocuğunuzu oraya bırakabiliyorsunuz. Siz alışverişinizi yaparken çocuğunuz da bu oyun merkezinde hoşca vakit geçirebiliyor. Tabi çocuğunuzun 3 yaşın üzerinde olması gerekiyormuş, 3 yaş altı ebeveyn ya da bakıcı beraberinde girebiliyormuş. Güzel güzel ben tuttum burayı ;D

6 Kasım 2009 Cuma

Bizi, Bizden sonra gelecek nesilleri hasta etmeyin!

Açılım, Domuz gribi, şimdi de genetiği değiştirilmiş organizmalar.... tıktık
Bu ülkenin insanları ruhen ve fiziken çökertilmeye çalışılıyor eminim artık. Ne demek ya genetiği değiştirilmiş organizmalar! Nasıl izin verirsiniz (-ki zarari oldugu fareler üstünde yapilan deneylerde kanitlanmıs. İskocya Rowett Enstitüsü’nden Dr. Arpad Pusztai’nin genetigi degistirilmis patates ile besledigi farelerin tümünün ic organlarinda kücülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bagisiklik sistemlerinde cökme, kan yapilarinda bozulma ve mide ceperlerinde kalinlasma görüldü.) demiş!
Şimdi bu lafları duyan bi anne çocuğuna patates yedirirmi? Bari bu ürünlerin üzerlerine yazın kardeşim genetiğiyle oynanmış ürün diye de hangi gerizekalı yemek istiyorsa yesin. Bizi bulaştırmayın pisliklerinize. Kim sokuyorsa ülkeye bu malları onlar yesin, Afiyet olsun! “Etiketlere genetigi degistirilmis organizma icermez yazilamaz!” da ne demek oluyor.
Bir millete zarar vermek istiyorsanız ne yaparsınız?
Bir şekilde dışarıya bağımlı hale getirirsiniz. Dışarı bağımlı olunca fakirleşir. Fakirleşen halk yeterli beslenemezse aptallaşır. Aptallaşan halk cahilleşir. Cahilleşen halk herkese herşeye inanır. Çünkü düşünmez. Bunu al derler, alır, bunu iç derler içer, bunu dene derler dener. Başka ülkelerin çöpleri de o ülkeye dökülür, başka ülkelerin bilmemkaçıncı kaliteleri o halka satılır, tarımsal veya sağlık her nevi ürünleri o insanlar üzerinde denenir. Bir yandan da o millet bir şekilde bölünür çatışmaya bölünmeye sürüklenir.
Çok basit anlayacağınız.
Bir yerden tanıdık geliyor mu?

19 Ekim 2009 Pazartesi

Ne yapmalı bilmem ki!


Herkes bişey söylüyor, kafalar karışıyor. Kendi adıma en azından normal grip aşısı olup, sık sık ellerimi yıkayıp gerekli hijyen kurallarına uyup, kalabalık ortamlara girmeden herkesle öpüşmeyerek (ki zaten oldum olası şap şup öpüşmekten hiç haz etmem) kendimce önlem almayı planlıyorum ve çok sevdiğim Yılmaz Özdil'in aşağıdaki yazısını okumanızı tavsiye ediyorum... Herkese gripsiz iyi haftalar diliyorum.....:D

Domuz, kuş, kene: DKK terör örgütü!Kuş gribi.


Kene.


Şimdi de, domuz.

Hayvanat kafayı bize taktı birader.

Ve, maalesef olacağı buydu aslında.

Kurban Bayramı'nda elinden kaçırdığı agresif boğaya tüfekle ateş eden kasap da var, tenhada kıstırdığı uysal eşeğe tecavüz eden mühendis de... Allah'tan Adli Tıp raporuyla o eşeğin fingirdek olduğu tespit edildi de, hafifletici sebepten 240 lira cezayla yırttı mühendis... Sonradan “töre” cinayetine kurban gitti o eşek! Sahibi vurdu.
Hiç unutmam, İzmir'de Basmane'deki havuza güzellik olsun diye ördek bırakmıştı belediye... Ertesi sabah yok. Bi daha bıraktılar. Ertesi sabah gene yok. Bi daha bırakmadılar. Çünkü anlaşıldı ki, av eti ayaklarıyla Alsancak'ta satıyorlar ördekleri.

Oha filan demeye kalmadı, Aliağa'da iki balıkçı, kuş cennetinden arakladıkları pelikanları mangal yaparken yakalandı jandarmaya... Enselenene kadar iki büyük rakı devirdikleri için, karakolda itiraf ettiler, flamingoların hazmı zormuş, o nedenle hafif ekşi olmasına rağmen, pelikanları tercih ediyorlarmış... Bu iki haber peş peşe patladı, İzmir'in yarısı vejetaryen oldu; ahalinin cibes, radika, istifno falan, denizbörülcesine yönelmesi ondan!

Vejetaryen olmayıp, et yemeyen de var. Bolu'da mesela... Yol kenarında bir ayı bulundu, ayı çıplak, postu yok! Merak edip araştırdılar, meğer, asfalta çıkan talihsiz ayıya çarpmış direksiyondaki ayılar... Bakmışlar ki, ayı ölmüş... Postunu yüzüp, oturma odasına sermişler iyi mi!* Hatırlayın, Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği'nde ikamet eden, Pakize isimli piton kayboldu... “Kardeşim, 4 metrelik piton nereye gider?” diye şaşıranlara, “Kardeşim, adam 4 kilometrelik fiberoptik kabloyu çalıyor güpegündüz, 4 metrelik pitonu beline sarar gene götürür, siz dikkat edin fili götürmesinler” diye cevap yetiştirmeye gayret ediyorduk ki... Çevre Bakanımız açıkladı, “Ankaralılara bugünlerde şiş kebap yemesini tavsiye etmem!” Hayvan denince, bakanımızın aklına ilk gelen, Aliağa'daki balıkçılarla aynıydı çünkü, mangal... Melih Gökçek baktı ki, basın işin peşini bırakmıyor, taaa 73 gün sonra “Aha işte Pakize” diye bir pitonu getirdi koydu, yerine... Çakma Pakize ise, sanırsın Cem Garipoğlu'dur, “73 gün nerede saklandın?” sorularını, yanıtsız bırakıyor.

Bakın, Pakize dedim, aklıma geldi, Sinop'taki Balina Aydın'ı önce maymuna çevirdik, sonra Rus istihbaratında görevli denizaltı yakalama çavuşu olduğunu iddia ettik. Sivas'ta Murat 124'ün arka koltuğunda taşınan Dana Ferhat, meşhur oldu, vaktinden önce iki katı paraya sucukçuya satıldı. Yavru fok Badem'i sigara tiryakisi yaptılar Gökova'da... Rahmetli Özal'ın papağanı Cabbar aslında çoktan rahmetli oldu ama, “Cabbar işte bu” diye yakaladıkları papağanı animatör olarak kakalıyorlar Antalya'da.

Darıca'ya timsah getirdiler, millet görsün diye... Ööle duruyor, hareketsiz... Kafasına kaya attılar, yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için, hayvancağız debelendi ama, iş işten geçti, ruhunu teslim etti. Göçmen kuşların biyolojik silah taşıdığını öne sürdüler. Bodrum'da çok balık tüketiyor diye yunusları katlettik. Milas'ta, daracık yere sıkıştırıp, balık çiftliğindeki balıkları oksijensizlikten boğarak topluca öldürmeyi başardık. Uçak için deve kestiler. Beygirler zaten nallı kuzu.

Denizli'de at heykelini sünnet ettiler, malum yeri fazla büyük diye... Sütaş'ın vole atan santrfor ineğini RTÜK'e şikâyet ettiler, memeleri görünüyor diye.

İşin hazin tarafı...Memleketin adı, hindi.

İnsan olarak yaşamak zor.Hayvan olarak yaşamak daha zor.

E bi intikamları olacak tabii.

Derenin intikamı olduğu gibi.

Yılmaz ÖZDİL

30 Eylül 2009 Çarşamba

Hülyamın Mimi....

Canım arkadaşım Hülyacığım beni mimlemiş(ti) baya oluyor tabi. Benim gibi tembel bir insanın hele ki ev işleri konusunda anlatacak fazla bişeyi yok tabi ama yine de bişeyler yazmaya çalışacağım... Teşekkür ederim bu arada canım beni de andığın için :D

Mutfakta ben; walla yemek yapma konusunda kesinlikle iddialı değilim ama eğer istersem ve canım gerçekten bi yemeği çok çektiyse kesinlikle güzel yaparım ve oturup bi güzel de yerim. Değişik yemekler yemekten çok hoşlanırım ve emek sarfedilen her şeyin en azından tadılmayı hak ettiğini düşünürüm.
Genellikle hayatımın diğer tüm alanlarında olduğu gibi mutfakta da plan yapmaktan ve bu plana uymaktan zevk alıyorum. Mesela ne yemek yapacağımı eğer önceden kafamda kararlaştırdıysam benim için o yemek hazırdır bile.
Temizlik ve ben; temizlik işi çok nankör bence bunu evde sürekli kaldığım 1,5 sene boyunca daha iyi anlamış bulunuyorum ve temizlik yapmaktan nefret ediyorum. Temizle bitir ertesi gün bi daha batsın sonu yok bu her gece görülen kötü kabuslardan da beter. Ve daha da kötüsü bende evde ortalık dağınık ve kirliyken ki oluşan piskoloji berbat o kadar mutsuz oluyorum ki anlatamam. Dip köşe her yer milimetre hesabına uygun silinmediyse ve çamaşır suyu kullanılmadıysa o temizlik temizlikten sayılmaz bana göre. Toz almaktan ve ütü yapmaktan nefret ederim. Hatta bu aralar hepsinden nefret ediyorum aslında temizliğe harcayacağım zamanı oğluşuma ayırmak istiyorum.
Sosyal hayat; Aslında efe den önce sosyal hayatımız daha hareketliydi diyebilirim. Eşimle vizyondaki bütün filmlere gider, yeni açılan yerleri daha çok keşfederdik. Tekrar aynı şeyleri yapabilmemiz için efenin biraz daha büyümesi gerekecek sanırım. Gerçi geçtiğimiz hafta sonu bi Ürgüp, Göreme, Avanos kaçamağı yaptık, geldik. Değişik, daha önceden hiç görmediğim yerlere gitmekten çok keyif alırım. Konserlere bayılırım bu arada Ajda Ankaraya gelse de gitsem diye ne çok istiyorum.
Yaz bittikten sonra bu aralar genellikle boş zamanlarımız ve hafta sonlarımız Ankaradaki alışveriş merkezleri ve parklardan ibaret. Bi ara havalar çok soğumadan hayvanat bahçesi ve gençlik parkı na gitme planlarımız var ama zor görünüyor, bakalım kısmet!
Oğlumla; bu aralar o kadar özlüyorum ki onu kokusu burnumda tütüyor, kanım çekiliyor bazen. Akşam olup da kavuşma anımızın gelmesini iple çekiyorum. İşe başlamak çalışan anne olmak vicdan azabı oluşturuyor bu aralar. Daha az görmek daha da çok özleme bırakıyor yerini. Alışmaya çalışıyorum bu duruma kimselere belli etmeden. Oğluş da beni özlüyor olsa gerek ki akşamları yapışıyor adeta bana, yapışık ikiz gibi dolanıyoruz bi süre. Yemek, biraz yaramazlık sonrası uyku faslına bırakıyor yerini... Ben de yanında uyuya kalıyorum tabi.

24 Eylül 2009 Perşembe

"İŞ" te Böyle!

Mübarek Ramazan geldi, geçti Allah tekrarını nasip etsin.

Ve ardından Bayram, herkesin geçmiş Bayramı mübarek olsun. Üstte oğluşun bayramda binbir zorluklarla çektiğim fotosu. (Resim çekilmekten hiç hoşlanmadığı gibi kendi halindeyken de sürekli hareket halinde olduğu için fotoğraflar genellikle titrek çıkıyor.)


Bu da geçen seneki bayramda çekilen fotoğrafı o zamanlarda genellikle daha sabit duruyormuş meğerse!
Ben ise işyerindeyim, zor oldu başlamak, 4 sene burada çalışmış olmama rağmen, geçen hafta kendimi ilkokula yeni başlamış bi öğrenci gibi hissettim. Şimdi iyiyim, şükür her öğrenci gibi alıştım ben de :D Gerçi araya 1,5 sene gibi aslında hafife alınmayacak uzun bir süre girdi. Burada bile ne çok şey değişmiş!
Koşturmacalarımız da arttı tabi, baya arttı hemde... Yetişme telaşı hep oradan oraya. Çocuk mu yetiştiriyoruz, yoksa çocuğu mu biyerlere yetiştiriyoruz bilemem ama oğluş şimdiden maratona başladı. Her çalışan anne babanın çocuğu gibi....
Üzücü bi durum mu bilemiyorum! belki de hayatın temposuna sonradan ayak uydurmaya çalışacağına bu tempoyla büyümesi onun ilerdeki hayatı için daha iyi olacak bilemiyorum!

Bu aralar diyaloglarımız;

Hadi uyan annecim!
Hadi çabuk kahvaltımızı yapalım!
AAA hadi hemen üzerimizi giyinelim de atta gidelim olur mu?
OOO çabuk arabaya binelim de üşümeyelim olur mu?
Hadi hemen akşam olsun da görüşelim biran önce tamam mı?
akşam olunca
Hadi evimize gidelim
Hadi üst değişimi, hadi banyo, hadi yemek, ama hadi uyuyalım artık...... gibi

Bu koşturmacaların arasında keyifli bir tek şey varki o da akşam kavuşmalarımız, birbirimizi özlemiş sarılmalarımız, öpücüklerimiz .... Yerini hiçbirşeye bırakmayacak olan sevgimiz....İşte böyle!

8 Eylül 2009 Salı

Son 1 Hafta !....


Gerisayım başlamıştı kabul ama artık iyice ciddiye bindiğini bugün daha çok hissettim nedense! İşe başlamama son 1 hafta kaldı. Bugün Oğluşla olan 24 saatlik beraberliğimin 470. günüymüş (hamilelik hariç) Bu 24 saatlik birliktelik yerini hafta içleri akşamdan sabaha ve hafta sonlarına bırakacak. Ne de çabuk geçiyor zaman, ömür....

Bu arada benim efendi oğluşum büyümüş, kocaman olmuş şükürler olsun. Efenin büyüdüğünü eski resimlerine bakınca farkediyorum genellikle :) Tam bir tekerlek ve araba manyağı oldu bu aralar. Balkona ya da dışarı çıktığında araba görür görmez elini uzatıp dudağını ileri doğru büzdürerek dü dütdüüüt deyişine hastayım. Aman arabaya binmeyelim kendini hemen şoför mahaline atıp direksiyonu ve vitesi tutmak için çıldırıyor arka koltukta zor zaptediyorum oğluşu. Genellikle ağlama krizleriyle gidiyoruz, bir yerden bir yere seyahat çok zor olmaya başladı. Hele evde arabalarını sürerken ki hali neler geçiyor aklından, neler hayal ediyor kimbilebilir! En güzeli de artık söylenenleri anlamasıymış önceleri boş boş suratımı bakıyordu (bebek olduğundan olsa gerek:P) şimdiyse anlaması, tepki vermesi, hatta ağzından çıkan birkaç kelime, işte dünyanın en güzel hediyeleri bunlar...


21 Ağustos 2009 Cuma

Sonunda Geldik....

Aslında son yazımı 10 Mayısda yazdığımı görünce dumur oldum. O kadar olmuşmu buraya bişeyler yazmayalı, yazamayalı! Ne zor geldi tekrar yazmak anlatamam. Lakin bu kadar süredir bişey yazmadığım için de kendimi suçlu gibi hissediyordum. Neyse biyerlerden başlamak lazım! Bu süre zarfında oğluş da büyüdü tabi yaşına girdi, yürümeye başladı, daha bi yaramazlaştı, kabına sığmaz oldu artık benim yaramaz bücürüm :)) Bırakın beni ben kendim yürürüm de, koşarım da, coşarım da, yemek de yemiycem modunda. Uyku problemimiz zaten hep vardı....tam Efe olduk yani. yakın plan resimlerini ilerleyen günlerde koyacağım tabi ki. Şimdiden söyleyeyim eski tombişliğimiz kalmadı zaten yemek yediremediğime kendi doktorumuz dahil kimse inanmıyordu kalan kredilerini de kullandı efe oğlan ve şimdi artık zayıf bi oğlan. Napalım sağlık olsun yeterki hasta olunmasın.
Gelelim yokluğumun nedenlerine klasik oğluşdan hiçbirşeye fırsat olmuyor. Lap top görünce otomatik man o da bişeyler yazmak istiyor ve bu istek genellikle koparılan laptop tuşlarıyla neticeleniyor. O uyuduğu zamanlarda ise temizlik, yemek ya da telefon görüşmeleriyle geçtiği için yine birşeyler yazmaya fırsat kalmadan efe oğlan gayet enerjik bi şekilde tekrar uyanıyor. Bunların haricinde bu sene Efe oğlanla beraber gezebildiğimizce gezmeye çalıştık. 3 hafta Mersin, 1 hafta Erdek, 1 hafta Marmaris, 5 gün kadar da Belek yaptık. Genel itibariyle tatilimiz iyi geçti tabi oğluşun yemek yememesi başlıca problemimizdi. Marmarisde de baya bi hastalandı ateş, boğaz enfeksiyonu... Antibiyotikler ve yapılan iğnelerden sonra toparlandık çok şükür. Şimdilerde ise bütün enerjimi enjektörle boşaltmışlar gibi hissediyorum genel olarak böyleyim bu aralar. Yapılacak çok şey var ama bi yerden başlayamıyorum 24 saat yetmiyor mu sanki! Ev hanımı olmak, çocuk bakmak dünyanın en zor işiymiş meğer! Bu aralar ise kafamda yeniden işe başlayınca neler olacak sorusu! Az kaldı çok az...

10 Mayıs 2009 Pazar

Ahh Anneler....

Anneler günü.... Yanlızca bugün ile ilgili değil, annelikle ilgili ne yazsam o kadar yetersiz kalır ki! O yüzden yaklaşık 1 senedir bana annelik vasfını kazandırdığı için Allaha şükürler olsun. Allah isteyen, bekleyen herkese nasip etsin bu duyguyu....

Canım Annem Anneler Günün kutlu olsun..... Her günün mutlu olsun... (Artık emekli ol :)))) )

Anneler gününüz kutlu olsun.......

16 Mart 2009 Pazartesi

EMEKLİYORUZ

Uzun uğraşlardan sonra oğluş sonunda emeklemeye başladı. Ben umudumu kesmiştim ama nihayet başardı. Bana kalsa direk yürümesini tercih ederdim ama demek ki aşama aşama oluyor bu işler. Ben biraz aceleci bir anneyim sanırım, neyse hadi hayırlısı bakalım... Emekleme tarihimiz 07.03.2009 kayıtlara alalım di mi :D

28 Şubat 2009 Cumartesi

Dayımız Geldiii


Erasmus için İtalyada olan dayımız sonunda geldi. Dayımız gittiğinde oğluş henüz 3 aylıkdı. Aradan 6 ay geçmesine rağmen oğluş dayısını unutmamış olsa gerek ki onu hiç yabancılamadı. Kan çekti kan :)))

30 Ocak 2009 Cuma

Ce EEEEE.....


Bu günlerdeki favori kitabımız Gidayda. Durup durup onu okuyoruz. Oğluş tam bir kitap dostu :D

Serinin diğer kitaplarına da bu kadar ilgi gösterecek mi bilemiyorum! İlk fırsatta alıp denenecek tabi ki.


Hani şu bahsettiğim inci dişlerimiz bu resimde biraz belli oluyor sanırım! Oğluş fotoğraf makinasının tadını oldukça merak ettiğinden dolayı ancak bu kadar yakınlaşabiliyorum!

Bir diğer merak konumuz bulaşık makinası; örümcek maceralarımız başladı başlayalı oğluş özgürlüğünü ilan ilan etmiş durumda. Geçen akşam bulaşık makinasını açar açmaz koşarak makinanın yanına geldi ve sanki bir hazine bulmuş edasıyla bir bakışı vardı anlatamam :D Yürü be Efe oğlan seni tutabilene aşkolsunn....

21 Ocak 2009 Çarşamba

Yeni Yıla maceralı bir giriş!

Özetini çıkarıyorum geçen yılların; ne çok şey olmuş, yaşanmış, ama benim yaşam grafiğimde şimdiye kadarki pik noktamdı 2008 acısıyla tatlısıyla! Hayatımın en değerli varlığı oğlumu gönderdi bana tanrım. Ne kadar şükretsemde o kadar yetersiz kalıyor ki...
Geçen sene bu zamanlarda amniyonsentez sonucumuzu bekliyorduk, çaresiz... Şimiyse oğluşla geçirdiğim mutlu anlar...
Muhasebesini yapıyorum herkesin; iyileri bi tarafa, kötüleri bi tarafa ayırıyorum. Ailem ve dostlarımla geçirdiğim güzel zamanları gülerek anımsıyor, Dost zannettiklerimi ise affetmeye çalışıyorum!
Hayat o kadar güzel ve kısa ki küçük hesaplar yapmaya değmez diyorum (Anlayana tabi :D )
İnşallah her geçen yıl bir öncekinden de güzel olur tüm dünya için....

Yılbaşında oğluşumuzu da alıp taaa uzaklara Dubaiye gittik. Her ne kadar ben orada da hasta olarak gezsem de Allahtan oğluş iyileşmişti. Hatta küçük tavşanım 2 dişini de burada gitmeden patlattı. İnci dişlerimizi ilerleyen yazılarda yayınlıycam inşallah. Ne zaman fotoğraf makinesiyle oğluşun yanına gitsem ağzını açmayı bırak, fotoğraf makinasını elinden zor alıyorum. Ama çabalarım sürüyor uygun pozu yakalayacağım inşallah :D

İşte Dubai gezimizden kareler (700 küsür fotoğraftan birkaçı :D )




İşte bizi Dubaideki evlerinde ağırlayan dostlarımız; Deniz ve Ercan. Geçen sene de yeni yıla birlikte girmiştik. Bu sene de çok güzel oldu tekrar teşekkürler Deniz teyze ve Ercan amca...


Oğluşla Yunusların şovunu izleyip,

Fotoğraf çektirdik

Alışveriş merkezleri gezildi...


Tekne turu atıldı




Palmiye adasına gidildi.

Duty Free canavarı oğluş :D



Veee eve dönüş...

Dönüşte evimiz baya bi soğuktu giderken kombiyi kapatmamız ve dönüşümüze kadar dışarda kar yağmış olduğundan dolayı evi ısıtmamız 2-3 günümüzü aldı....

Vee Bir Şiir...

Bilirsiniz sözümde hep durmuşumdur, duracağım
Sevgilime söz verdim ben yirmi yıl yaşayacağım
Düşmanlarım sevinmesin yirmi yıl sonra yok diye
Belli değil yirmi yıla ne zaman başlayacağım
Aziz NESİN